Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Kurşun Kalem

ÖZEL HASTANELERİ BIRAK, SEN KENDİ DOKTORLARINA BAK

AK Parti’nin 2002 yılında başlattığı iktidar yürüyüşünün kesintiye uğramadan 20 yıl süre gelmesinin vatandaş nezdinde en etkili gerekçelerinden biri de sağlık sisteminde yaşanan reformlardır.
Öyle ki, 2002 yılından günümüze kadar uzanan sağlıkta devrim hareketinde; koridorlarında bulaşıcı hastalığın kol gezdiği, her köşesinden tıbbi atıkların fışkırdığı hastanelerden, abartmadan söylüyorum %90-95 oranında dünyaya örnek konforlu bir modele geçiş sağlandı. Türkiye uluslararası bir sağlık üssü konumuna taşındı.
Öncesinde nasıl mıydı?
Elimize tutuşturduğumuz rengârenk sağlık karnelerimizle hastane koridorlarından bahçesine kadar uzayan kuyruklarda, çölde suya hasret bedevi gibi usanmadan günlerce doktor arayışlarımız vardı mesela.
Muayene kuyruğunu son nefesini vermeden tamamlayan şanslı SSK’lılar, kışlada paşa görmüş asker gibi doktorun karşısında esas duruşa geçer, 5 adım geriden derdini anlatır, göz teması ile dermanı olacak ilacın tespit edilmesinin ardından o ilacı karnesine yazdırmayı başarırdı.
Öyle bu günlerde olduğu gibi dilediğin eczaneden ilaç alamadığın için; sonrasında hoooppp hastane bahçesinde ki eczanenin ilaç sırasında alırdık soluğu. Bu günün ilacını yazdırmayı başaran şanslılarıyla, dünün- evvelki günün muayene olup da aradığı ilacı bir türlü bulamayan şansızlarının harman olduğu bu kuyruğun, ancak ve ancak sıranın sonunu getiremeden cenaze arabalarına binen yolcuları uğurlamak için safları biraz gevşerdi. Yapacak bir şey yok! Ya sıranın sana gelip ilacını bulabilme umuduyla beklemeye devam edeceksin, ya paran varsa bastırıp ilacını dilediğin yerden alacaksın, ya da çaresiz bu uğurda ölüp gideceksin.
Hasta hakları falan yoktu mesala. Hastanın hakkının olmadığı yerde tabi ki doktorun bu gün ki gibi kuvvetli bir hak arayışı da yoktu.
Memurlarının ne kadar maaş aldığından ziyade maaşını ne zaman alabileceğini dert ettiği yıllardı o günler. Öyle ki 2001 yılında 430 dolar maaş alan uzman hekimlerimiz ve 320 dolar maaş alan pratisyen/asistan hekimlerimiz öyle aman aman refah içerisinde yaşayacak paralar kazanamıyorlardı. Tabi bazıları (!) hariç… Hastaneleri, özel muayenehanelerine hasta tavlamak için kullananlar, vatandaşın dişinden tırnağından arttırdıklarını az maaşlarının üzerine ekledikleri için bu durumu çokta dert etmezlerdi.
***
İşte böyle çökmüş bir sağlık sisteminin bulunduğu Türkiye’de görev başına gelen AK Parti İktidarı bu sorunun üstesinden gelmeyi başardı. Kolay olmadı tabi. Sosyal güvencesi ya da maddi yeterliliği bulunmayan vatandaşların ölmüşünü, doğmuşunu rehin bıraktığı, bırakmak istemeyenlerin ise senetler imzaladığı bir sistemden bahsediyoruz sonuçta.
Özetle neler mi yapıldı?
Ülke genelindeki tüm eczaneler sisteme dahil edilerek, vatandaşın ilaç temin etmesinde yaşanan sıkıntının uzayıp giden kuyrukları yok edildi.
SSK hastanesi, devlet hastanesi, üniversite hastanesi gibi kamu hastaneleri tek elde toplanarak vatandaşların sosyal güvencesine bakılmaksızın istediği hastaneden sağlık hizmeti alabilmesinin önü açılıp, bir kuyruk daha kökünden kesip atıldı.
Devlet hastanesi bünyesinde çalışan doktora özel muayenehane yasağı getirilip, hastane koridorlarında 11.00-14.00 saatleri arasında doktor yakalama mücadelesinin son bulmasıyla birlikte vatandaş tam gün doktor mesaisi kavramıyla tanıştırıldı.
Sağlık ocaklarının iyileştirilmesi, aile hekimi uygulaması, evde sağlık hizmeti, randevu ve barkot sistemine geçiş vs vs vs derken, belki de en kritik olan kararlardan birine daha imza atılarak sosyal güvencesi olan vatandaşlara yönelik sağlanan destekle özel hastanelerin kapılarını açıldı.
Kimine göre abartılacak bir durum olmadığı gibi 20 yılda yapılması gerekenleri yapılmıştı. Kimine göre ise AK Parti olmasaydı hiç birinin olması mümkün değildi. Birine göre ülkenin her yerini dünya standartlarında hastanelerle donatılmıştı, diğerine göre yandaş sermayedeler yaratmak için türlü türlü sistemler üzerinden 3’e yapılacak işler 13’e yaptırılmıştı. Benim bu gün kaleme aldığım yazımda ilgilendiğim kısım inanın burası değil. Öyle oldu, böyle oldu, şöyle yapıldı, şuna verildi derken o günler çok şükür bir şekilde bitti.
***
Geçmişi şöyle bir kenara bırakıp günümüze gelecek olursak bunca hizmet sıçramasına rağmen koca koca hastanelerin doktorsuz kalması, bu durumun yansıması olarak insanların tedavi hakkının elinden alınması, doktor yokluğundan/eksikliğinden evlerde randevu, hastanelerde barkot kuyruklarının oluşması; bu günlerde canımı fena halde sıkan gelişmelerden biri olarak öne çıkıyor.
İş öyle bir duruma geldi ki; bir an önce tamamlansın dediğimiz yeni yapılan devlet hastanemize dahi sevinemez olduk. Sebebi belli; Fazla mesai, uzun nöbet saatleri, düşük ücret gibi sıkıntıları giderilmeyen hekimlerimiz kendilerine gösterilen kapıdan ardına bakmadan çıkıp, özel hastanelerin kapısından içeri girmeye başladılar.
Yıllarını, milyarlarını harcayarak yetiştirdiği hekimlerine devletin sağlayamadığı imkanları özel hastanelerin sağlıyor olması sizce de garip bir durum değil midir?
Meseleyi anlayabilmek için filmi bir kez daha 2002 öncesine saralım.
Sağlık sisteminde yaşanan gelişmeleri sayarken, özel hastanelerin kapılarının vatandaşlara açılmasına da yer vermiştim. O gün için; yatak sayısı, hastane sayısı, tıbbi cihaz eksikliğinin asgari oranda hissedilmesi için sihirli değnek vazifesini gören bu uygulama sermayedarların ilgisini çekmeyi başarmıştı.
En büyük müşterinin devletin ta kendisi olacak bu gelişmeyle birlikte, sistemin zenginleşme aracına dönüşmeye olanak sağlayacak açıklık ve aksaklıkları sayesinde 20 yıl içerisinde özel hastanelerde; doktor-hastane sayısında %100, maliyeti yüksek yoğun bakım servisinin yatak sayısı ise %1700 oranına yaklaşan artışlar yaşandı. Sonrasında koca puntolarla atılmış “ÖZEL HASTANELERDE VURGUN” başlıklarını gazetelerden okuduk, yazılmayanları yaşadık, bazılarının ise bizzat şahidi olduk. Tabi ki istisnalar kaideyi bozmaz lakin geldiğimiz durum itibari ile devletin sağladığı desteği arkasına alan özel hastanelerin, devlet ile doktor maaşları üzerinden girdiği rekabet artık vatandaşı bozmaya başladı. Durum öyle bir hale geldi ki, devlet hastanelerinde bir tane zor bulunan/bulunmayan falanca uzman hekimden, mantar gibi türeyen özel hastanelerde 3’er- 4’er tane olmaya başladı.
Anlayacağınız artık devletin SGK’lılar üzerinden özel hastanelere sağladığı desteği biran önce sonlandırıp, kurnazlık ve suistimaller zinciriyle kabartılmış bu bütçeyi, kamu hastanesi çatısı altında bulunan sağlık çalışanlarının özlük haklarının ve çalışma şartlarının iyileştirilmesi için kullanmanın zamanı gelmiş hatta geçmektedir.
Devasa şehir hastanelerini yapan, il- ilçe hastanelerini yenileyen 20 yıllık iktidarın 2002 öncesi özel hastane muhtaçlığı artık son bulmuştur. Günden güne büyüyen doktor krizine neşter vurulmazsa, en çok böbürlenilen sağlık sisteminin bugün ki mağdurlarının geçmişi unutup elindeki neşteri kime vuracağı malumdur. Sorunda, çözecek olan da bellidir.
Özel Hastanelere gelecek olursak; SGK desteği kaldırılsa da kendileri gibi özellikli sigortalar ile donatılmış hastalarını tedavi ederek, istedikleri sayıda bünyelerine kattıkları doktorlara dilediği maaşı vermeye devam ederler herhalde… Kapatacak halleri yok ya…
YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER